HAFTA SONU BURSA

By

Çarşamba akşamı çalan bir telefon sonrası yapılmaya başlanan bir plan. Üniversite arkadaşlarım Bursa’ya geliyor. Tüm tur rehberliğini bana bıraktılar. Konaklamaları da bende. Ama Bursa turu nasıl olmalıdır? Her lezzeti nasıl tattırabilirim? Kısacası hafta sonu için gelen ziyaretçilerimi nasıl hem eğlendirip, hem tarihi gösterip, hem de mis gibi tatlarla midelerini şenlendirebilirim?

Oturdum düşündüm. Cuma akşamı geleceklerse o akşam için yemek şart. Cumartesi tüm gün bizim. Sabah kahvaltıyla başlayıp akşam yemeğine kadar uzanan koskoca bir Bursa günü yapmalıydım. Pazar günü de yine kahvaltıyla başlayan daha sakin bir tur olmalıydı. Gezerken dinlenmeleri de gerekiyordu ne de olsa.

Zaman zaman yanlarında bahsettiğim yerler de olmalı gideceklerimiz arasında. Rutinlerimi biliyorlar ve onlara dahil olmalılar. Kendi merak ettikleri yerler var mı diye sormadan geçemiyorum. Haritadan baktıklarında merkezde görünen denizi görmek istediklerini öğrendiğimdeyse hafif bir tebessüm oluşuyor yüzümde. Allah’tan Kurşunlu’da oturuyorum da denizin ne kadar merkezde olduğunu görmek için ekstra bir çabamız olmayacak. 🙂  Deniz konusunda onlarla yarışamam zira kendileri aşık olduğum şehir İzmir’den geliyorlar. Şimdi onlar gelsin de bir kere de ben İzmir’e giderim 😉

TÜM GÜN BURSA

Cumartesi sabahına uyandığımızda, havanın sıcak veya soğuk olmasına aldırmadan sevgili arkadaşlarımı çok güzel bir kahvaltıya götürdüm. Bursa denildiğinde eskiden akla gelen “yeşil” sıfatının hakkını veren, çınar ağacı ile özdeşleşmiş tarihi gözler önüne seren İnkaya Köyü tam da istediğim adresti. Ulu Çınar’ın gölgesinde yapılan kahvaltı, temiz hava ile birlikte vücudumuza şifa oldu. Çınar ağacının büyüklüğü karşısında şaşkına dönen arkadaşlarımın fotoğraflarını çekmeyi ihmal etmedim tabi ki.

Gövdesiyle çocuklara dev gibi görünen, büyüklerin de heybeti karşısında hayran olacağı, dallarıyla sadece bir köyü değil sanki bütün evreni kucaklıyormuşçasına asırlardır Bursa’ya tepeden bakan o Ulu Çınar. Merdivenleri çıktıktan sonra gözünüzü açtığınızda gördüğünüz manzara, tertemiz hava, neşeli mutlu aileler ve çocuk sesleri…

Osmanlı zamanından beri Bursa’ya şahitlik eden bu dev, zamanın vermiş olduğu yorgunluktan dolayı biraz destek alıyor dallarına. Kucağında sakladığı köyden alıyor adını. İnkaya… Kahvaltıdan sonra Bursa’nın diğer güzelliklerine doğru yola çıkmadan önce, dallarının altında büyüttüğü eşsiz dağ meyvelerinin de tadına bakmadan gitmiyoruz. Özellikle mevsiminde yakalarsanız dağ çileği favoriniz olacak.

Rivayete göre; Osman Bey, henüz daha bir beylik iken rüyasında gördüğü büyük çınar ağacı ile Osmanlı Devleti’nin müjdelendiğini ve seferlerin bu çınar ağacı rüyasını gördükten sonra başladığı söylenir. Çınar ağacı uzun ömürlü ve ihtişamlı bir ağaç türü olduğu için Osmanlı Devleti’nin hüküm sürdüğü 600 yıllık tarih ile benzetilir. Osmanlı Devleti’nin ilk başkenti olan Bursa’da da bol miktarda olan çınar ağaçları, Bursa’nın simgelerinden birisi sayılabilir. Uludağ’ın temiz havası, mis gibi yapılan kahvaltı, tadına bakılan leziz meyvelerden sonra Bursa’nın kalbine inen yolculuğumuz başladı.

İnkaya’dan Tophane’ye kadar uzanan kısa ama keyifli araba yolculuğumuzdan sonra, arabamızı burada bırakıp tabanlara kuvvet diyerek Bursa’nın kalbine giriş yaptık. Kahve molası için biraz daha sabretmeleri gerektiğini söyleyerek arkadaşlarımı Eski Bursa manzarası ile baş başa bırakıyorum.

Yakın tarihte restore edilerek gün yüzüne çıkarılan Bursa Surları, Bursa’nın tarihteki önemini ve tarihsel sürecini çok iyi anlatıyor aslında. Doğu noktasından başladığınızda; Saltanat Kapı, Yer Kapı (Bab-ı Zemin), Fetih Kapısı (Su Kapı), Zindan Kapı (Bab-ı Sicin) ve Kaplıca Kapı olmak üzere 5(beş) temel kapı sizi tarihin içerisine çeker. “Eski Bursa” dediğimiz bu alanda, restore edilmiş eski tip Bursa evleri bulunmakla beraber, Memleket Hastanesi dediğimiz Bursa’nın ilk devlet hastanesi de bulunur. Tophane Saat Kulesi ve Osman Gazi ve Orhan Gazi Türbelerini de içine alan Tophane Parkı, surların koruması altındadır. Saat Kulesi’nin içerisinde kullanılan orijinal saat gerekli bakım ve tamiratlar yapıldıktan sonra yerinden sökülmüş ve kulenin önünde özel bir koruma ile sergilenmekte. Restore edilen surlardan Bursa manzarasını izleyebileceğiniz bir seyir tepesi de var.

Saltanat Kapısı’nı tüm heybetiyle arkamızda bırakırken; günümüz teknolojisine uyum sağlayan, Bursa’da bol miktarda bulunan üzerinde herhangi bir koruma olmadığı için ne zaman çalıştığı pek belli olmayan yürüyen merdivenler bizi karşılıyor. Çalışıyorsa eğer binin, zira gezmeye daha yeni başladığınız için yorulmamanızda fayda var. Ancak eski insanların bizden farklı boyutlarda olduğunu düşündüren Kırkmerdivenleri kullanmak da tercihinize kalmış tabi ki. Merdivenler ile indiğiniz aslında bir han. Balibey Han olarak kayıtlara geçmiş. Şimdilerde geleneksel el sanatları çarşısı olarak hizmet verilen Balibey Han, tarihsel incelemelere ve kayıtlara göre 15.yüzyılın ikinci yarısında inşa edildiği görülüyor. Osmanlı Devleti’nde o dönemlerde genelde hanlar iki katlı inşa edilirken, Balibey Han üç katlı olarak inşa edilmiştir. Asıl planından oldukça fazla değişiklik görse de günümüzde, bu tarihi yapı güzelliğini gözler önüne sermeye devam ediyor.

Balibey Han’ı arkamızda bırakarak trafik ışıklarından yolun karşısına geçiyoruz. İşte asıl tarih, asıl kültürel mirasın olduğu bölgeye adım atıyoruz. Adımlarımızla yavaş yavaş içerisine girdiğimiz bu alan Bursa’da “Hanlar Bölgesi” olarak geçiyor. Osmanlı Devleti’nde yapılış amacı olan ticaret kültürünün devamı niteliğinde işlev göstermeye devam eden bu bölge Bursa’nın kalbi olarak görülür. Han, hamam, bedesten, cami gibi ticari ve sosyal-kültürel faaliyetlerinde sürdürülebildiği bir yaşam merkezidir. 2014 yılından beri de UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde “Bursa ve Cumalıkızık: Osmanlı İmparatorluğu’nun Doğuşu” ismiyle bulunuyor. Merak etmeyin Cumalıkızık’a gideceğiz.

Tarihin içine adım atmadan önce “Modern Bursa’nın” ilk alışveriş merkezi karşılar sizi. Bizim nesil için alışveriş merkezi olan bu yer, 50’li yaşlarında olanlar için eski itfaiye ve sıra dükkanlar ayakkabıcılardır aslında. Annem uzunca bir süre alışveriş merkezi olarak kabul edemedi mesela. Yürümeye başladığımız caddenin ismi Cumhuriyet Caddesi. Bu cadde Hanlar Bölgesi’nin güney sınırını oluşturan yaklaşık 1,5 km’lik bir cadde. Şimdilerde trafiğe kapalı. Bursa’nın uzun yıllar hayalini kurduğu “nostaljik tramvay” hattı ile yaya trafiği mevcut. Ticaretin kalbi olan Hanlar Bölgesi’nin sınır caddesi olmasından dolayı toptancıların en çok tercih ettiği dükkanlar bu cadde üzerinde bulunuyor.

Biz tabii ki de caddeyi sonuna kadar dümdüz yürümeyeceğiz, şansımız varmış ki tramvay henüz geldi ve hatıra fotoğrafı için zamanımız oldu. Zaten hemen yan tarafında tarihi tüm heybetiyle bünyesinde barındıran han duvarları kendisini bize gösteriyor. Duvarların arkası Pirinç Han. Merak etmeyin dönerken geçeceğiz içinden.

Bursa’daki hanların temel özelliği; iki katlı yapıda oluşudur. Tüccarların gereksinimleri doğrultusunda bir depo bir oda şeklinde inşa edilmiştir. Selçuklu mimarisinde görülen ihtişam, Osmanlı Devleti’nde devam ettirilmemiş sade ve kullanışlı olarak inşa edilen bu hanlar, bu sayede işlerliğini günümüzde de devam ettirebilmektedir. Herhangi bir hana girdiğinizde genelde kare ya da dikdörtgen geniş bir avlu karşılar sizi. Merkezinde olan şadırvan ise vazgeçilmez bir parçadır. Tüm hana farklı bir akustik sağlar.

Sağdaki ilk aradan, insan selini takip ederseniz bedestene geçersiniz. Bu bedesten Yıldırım Beyazıt zamanında yaptırılmış olup Osmanlı Devleti’nin ilk bedestenidir. Geçirdiği yangınlar ve depremlerden sonra defalarca restore edilmiştir ve ana planı korunmaya çalışılmıştır. Bedestende şimdilerde iç bedesten kısmı Kuyumcular Çarşısı olarak geçiyor. Osmanlı Devleti’nde değerli malların satıldığı bölüm, günümüzde de bu özelliğini korumaya devam etmekte. Dış kısmı ise perakende ürünlerin satıldığı dükkanlardan oluşuyor. Bedestenin içine girdiğiniz anda hem ticaretin kalbine geldiğinizi anlıyorsunuz hem de büyüleyici serinliği ile sizi sarıp sarmalıyor.

Sizi bir konuda uyarmalıyım. Bursa’da en çok karşılaşacağınız yol tipi yokuştur. Dümdüz giden bir yolun sonu sizi uzun bir yokuşun başına getirebilir buna hazırlıklı olmalısınız. Çarşıya girdiğiniz anda başlarda pek anlaşılmasa da aslında yokuş tırmanıyorsunuz. Yokuşun yarısına geldiğinizde sol tarafınızda ışıltılı dünyasıyla sizi çağıran Kuyumcular Çarşısı’na giden arkadaşlarımı yakalamakta güçlük çektim. Vitrinlerin cezbedici parlaklığı başta kadınlar olmak üzere herkesin dikkatini çekmeyi başarıyor gerçekten. Çarşıda işim olduğunda hiç hız kesmeden yaptığım gezintilerin en yavaş noktası tam da burası oluyor.

Dükkanların arasından karşınıza çıkan han kapıları mevcut. Bedestenden direk olarak hana geçiyorsunuz. Dedik ya ticaretin kalbi burada atıyor diye. Her han Osmanlı Devleti’nden gelen kültürüyle kendi içerisinde ayrı ürün grupları barındırıyor. Çarşıya çıkınca ne ararsanız bulursunuz yani. Bulamadığınız bir şey olması pek mümkün değil. Bursalıların alışveriş merkezi aslında Osmanlı Devleti zamanından beri var.

Kuyumcular Çarşısı’na girdiğinizde sağ veya sol tarafınız fark etmez küçük hanlara açılır. Bunların en bilinir olanları; Emir Han ve Koza Han’dır. Kuyumcu vitrinlerinden gözlerimizi alamadan ilerlediğimiz bu bedestenden çıktıktan hemen sonra sağ tarafınızda diğer hanlardan kendisini ayıran özellik olarak heybetli kapısı bulunan Koza Han çıkıyor karşımıza. Adını; Osmanlı Devleti zamanında ipek kozası tüccarlarının konaklama ve satış yeri olmasından alıyor. Hala üst katı tekstil ürünlerinin satıldığı sıra dükkanlarla dolu. Alt katı ise mis gibi kahve kokularının yükseldiği bir yer. Ortasındaki şadırvanın üzerine yapılmış köşk mescit zamanla Bursa’nın simgesi haline gelmiştir. İşte kahve molası vereceğimiz yer. Tarihi dokunun içerisinde, yazın gittiğinizde serin serin oturabileceğiniz, misafirlerime gezdiğimiz ve gezeceğimiz yerlerle ilgili bilgilendirme yaptığım han.

Burası ailecek de her çarşıya çıkışımızda mutlaka uğradığımız yer. Tüm işlerimizi bitirdikten sonra gelip bir yorgunluk kahvesi içtiğimiz, işlerimiz arasında mola verdiğimiz ya da çarşıya gelmekteki amacımız olur. Örneğin annemle çıktığımızda çarşıya Koza Han’a geldiğimizde babama fotoğraf atarız ve kıskandırırız. Çarşı rutinimin vazgeçilmez durağı burası kısacası. Canınız tatlı bir şeyler istediyse eğer, dondurmalı helva yemeden gitmeyin. Öğle yemeği saatinde uğradıysanız simit ve çay ikilisi sizi doyuracaktır. Han’dan içeriye doğru geçen kapıdan geçiyoruz ve İç Koza Han’a hoş geldiniz. Burası eski dönemlerde tüccarların atlarını bağladıkları ahır olarak sonradan inşa edilen kısmı. Şimdilerde közde kahve içebileceğiniz kahveler mevcut. Kendinizi kısa ama dik bir yokuş için hazırlayın. Koza Han’dan çıkıyoruz.

İç Koza Han’ın arka kapısından çıktığınızda Bursa’da olduğunuzu hatırlatan mis gibi İskender kokusuna çıkarsınız. Ama henüz karnımız acıkmadı, biraz daha zamanı var. Hafif yokuşu çıktığınızda Eski Belediye Binası ve bir havuz karşılayacak sizi. Hafta sonu insanların yoğun olarak bulunduğu bölge, Belediye Binası’nın gölgesinde oturup havuzu seyrederek yorgunluklarını gideren Bursalılarla doludur. Belediye Binasının kapısının karşısında bulunan Orhan Camii ise çok sık restorasyona girer. Şansımız varmış      restorasyonun olmadığı bir zamanda gördük biz. Orhan Gazi Külliyesi’nin bir parçası olarak Dünya Mirası Listesi’nde bulunan bu cami 1339 yılında yapılmıştır.

İnsanlar yorgunluklarını havuzun suyuna bırakırken biz devam ediyoruz. Eee ne demiştim; tabana kuvvet. Bursa merkezde tarihi gezi böyle oluyor.

Babaannem çarşıya çıkıyor olsaydı en sevdiği yer kesin burası olurdu: Kadınlar Çarşısı. Bursa’da evlenen gelinlerin çeyizlerindeki olmazsa olmazların satıldığı, el emeği göz nuru çarşısı benim için. Küçük sıra dükkanlar. Araya karışan, aktarlardan yükselen baharat kokuları. Çarşının bir ucundan girip diğer ucundan çıkıyoruz. Çıktığımız nokta, Tuz Pazarı Çarşısı’nın orta noktası sayılabilir. Sağ taraftan Bursa’nın merkezi Heykel’e çıkış vardır ama biz biraz daha çarşı pazar gezeceğiz. Soldan devam ediyoruz. Çeşit çeşit ürünlerin satıldığı bedesten devam ediyor. Aralarda görünen han girişleri var. Kimi hanlar hala tek bir ürün üzerinden satış yapıyor.

Bir bayram arifesinde yaşadığım bir olayı anlatmadan geçemeyeceğim. Bursalıların akın ettikleri bu çarşı; bayram arifelerinde çok çeşit insan manzaralarına sahne olur. Bayramlıklarını alan çocuklar, torunları için şeker telaşında olan yaşlılar, evin ihtiyaçları doğrultusunda uygun ama kaliteli ürün arayan yetişkinler. Her yaş grubu ayrı bir telaştadır. Bir de babamla ben. İnsanların o tatlı telaşlarını, çocukların eşsiz, masum mutluluğunu görmek için geliriz arife günlerinde. Yine böyle bir arife gününde, normalde kol kola yürüdüğümüz bu çarşıda, ben bir vitrinin önünde kalmışım babam da beni bırakmış gitmiş. Daha doğrusu insan seline kapılmış duramamış bir yerde. Vitrinden kendimi bir şekilde ayırdığımda yanımda en az 2 metre boyunda bir adamla karşılaştım. Adam adeta kalabalığın içinde turist kafilesi bayrağı gibiydi. Bense küçücük boyumla yanında cüce gibi kalmıştım. Kalabalığı yararak yürümesi işime gelmişti, takıldım peşine. Bir anda kolumdan birinin tutmasıyla ayrıldım insan selinden. Babam, hem kahkahalarla gülerek yanında tutmaya çalışıyor beni, hem de bir şeyler söylemeye çalışıyordu. Nihayet gülme krizinden kurtulduğunda ağzından dökülen cümle şuydu: “bu adamı gördüğüm anda yakınlarında olduğunu hissettim, bu insan selinden kendini ancak bu adamla kurtarabilirdin dedi ve ekledi dev ile cüce gibiydiniz dedi. Kendisi izlediği manzara karşısında kahkahalara boğulurken, beni kızdırmayı başarmıştı. Ama o gün bayram arifesiydi, tabi ki babama küsmedim hatta kalabalıktan sinirlerim bozulmuş olacak ki ben de gülmeye başladım.

Şimdilerde özellikle hafta için az yoğun olan çarşı eski tadını vermiyor. Devam ediyoruz çarşıda yürümeye. Önümüze çıkan alt geçit, Bursa’nın meşhur özelliklerinden bir tanesi. Yaya geçişlerini kolaylaştıran, içinde dükkanların olduğu alt geçitler. Heykel’e çıktığınızda kullanmak zorunda kalacağınız kadar çok sayıda var. Karşıya geçtiğimizde gelen kokular karşısında arkadaşlarımın verdiği tepkilere gülümseyerek yemek yeme vaktimizin geldiğini anlıyorum.

Burası Kayhan Çarşısı. Sıra sıra Bursa’nın ünlü lezzetlerinden birini, pideli köfteyi, yapıyorlar. Mis gibi köfte ve tere yağ kokusu karşısında arkadaşlarım adeta mest oluyorlar. Herhangi bir tanesine oturup pideli köftelerimizin siparişini veriyoruz. Bu sırada içinde bulunduğumuz çarşı ile ilgili sizi bilgilendireyim kısaca. Osmanlı Devleti zamanından beri var olan bu çarşı, 1500 farklı ürün çeşitliliği olan bir yerdi aslında. Kılıç, bıçak gibi demir ürünleri başta olmak üzere, şehre ihtiyaçları için gelen köylüler bu çarşıda temel ihtiyaçlarından tutunda hayvan semerine kadar her ürünü burada bulabiliyordu. “Küçük Kıyamet” olarak adlandırılan 1855 yılında gerçekleşen iki büyük Bursa depreminde hem depremden hem de sonrasında çıkan yangından en çok zarar gören çarşı burası. Demir atölyeleri eski halinde değil belki ama ihtiyaç halinde Bursalılar tarafından akla ilk gelen yerlerden birisi.

İşte pideli köftelerde geldi. Bir zamanlar Bursa dönerinin maliyetlerinin çok artması dolayısıyla ustaların et yerine köfte tercih etmesiyle ortaya çıkmıştır. Bu sebeple “fakir iskenderi” bile denmiştir. Sunumu aynı İskender, tek farkı et yerine köfte olması. Üzerine gezdirilen tere yağ ve salçalı sosu ayrıca lezzetlendiren özelliklerinden. Haydi afiyet olsun. Oturduğumuz yerde, arkadaşlarımın ilk kez geldiğini anlayan restoran sahibi bize başka bir Bursa lezzetini de ikram etti. Süt helvası. Ben hem sıcak hem soğuk tüketebiliyorum kimileri sadece sıcak yiyor. Hafif bir tatlı bana göre. Evde yapılabilir ama bu lezzete ulaşır mı orasını bilemiyorum. Arabamızı bıraktığımız Tophane’den itibaren geldiğimiz nokta Kayhan Çarşısı Bursa merkezinin kuzey hattını belirliyor bana göre. Şimdi arabamıza dönüşe geçiyoruz ancak dümdüz yürümeyeceğiz, daha gezilecek çok yer var. Üstelik yediklerimizi de biraz eritmeliyiz ki akşama daha güzel lezzetler tadabilelim.

Kayhan Çarşısı’ndan yukarıya doğru çıkmaya başlıyoruz. Ünlü Cadde önümüzdeki araç trafiğine kapalı işlek caddelerden bir tanesi. Arabaların geldiği noktaya doğru yürüyecek olursak Bursa’nın o meşhur büyük alt geçitlerinden birinin merdivenlerine ulaşıyoruz. Zaman zaman Bursalılardan bile duyduğum o cümle aklıma geliyor ve gülümsüyorum. “Ben hala o alt geçite girip istediğim yerden çıkamıyorum.” Gülümsememin sebebini arkadaşlarıma açıklarken bir yandan da merdivenlerle alt geçide giriyoruz. Yıllardır buralarda gezdiğim için bana çok basit geliyor tabi ki ama arkadaşlarım da insanların neden öyle söylediklerini anlıyorlar.

Ünlü Cadde tarafından girip Ahmet Vefik Paşa Tiyatrosu’nun önüne çıkıyoruz. Tam bu sırada İpekböceği Heykel Caddesi’nden geçiyor. İsmini çok ilginç bulan arkadaşlarım fotoğraf çekmeye çabalıyorlar. Neyse ki trafikte yaşanan ufak aksamalar buna yardımcı oluyor.

Onlar İpekböceği’nin fotoğraflarını çekerken baktıkları yöndeki Atatürk heykeli ile ilgili Bursalıların birbirlerine sordukları o meşhur soruyu soruyorum. “Atatürk heykelindeki atın kaç bacağı havada?” Soruyla birlikte dikkatlerini de o tarafta tutmayı başarıyorum. Heykelin hemen arkasında bulunan Şehir Müzesi ile ilgili kısaca bilgilendirme yapıyorum. Gezmek istediklerini söyleseler bile onları oraya götürmüyorum çünkü o bambaşka bir kültür gezisinin parçası olmalı. 2004 yılında müze olarak kullanılmaya başlamadan önce orası adliye binasıydı. İçerisi her kat farklı şekillerde tasarlanmıştır. Hemen karşısındaki valilik binası da görülmeye değer diğer şehir merkezi binalarından. Asıl bu noktada bahsetmek istediğim bina Ahmet Vefik Paşa Tiyatrosu binası. Hem bir devlet adamı hem de Türk tiyatrosuna büyük katkıları olan bir isimin adına yaşatılan bu bina, 1879 yılında Ahmet Vefik Paşa Bursa valisi iken inşa edilmiştir. Bursa Devlet Tiyatro’sunu yaşatan bu bina, hem tiyatro gösterilerine ev sahipliği yaparken, yeni oyuncular da yetiştirmeye devam ediyor.

Yolumuzdan hiç ayrılmadan devam ediyoruz. Bu esnada artık iyice alışmış olduğum tur rehberliğimde, göreceğimiz yerlerle ilgili bilgilendirmelerime devam ediyorum. Yolumuzun üzerinde bulunan Tayyare Kültür Merkezi ve hemen yanındaki tarihi İskender kebapçıdaki uzun kuyruk. Gelen mis gibi koku her ne kadar bizi cezbetse de yolumuza devam etmek zorundayız. Uzun kuyruk her zaman orada var. Oradaki kebapçının alanı çok küçük ama lezzeti tüm dünyaya yayıldığı için o kuyruk hiç bitmez. Üstelik dükkanın atmosferi de yıllara meydan okuyan cinsten. Arkadaşlarımı daha iyi bir mekanda o lezzetin tadına varacaklarına ikna etmem biraz zor olsa da Tayyare Kültür Merkezi’ndeki fotoğraf sergisinde buluyoruz kendimizi. Fotoğrafları incelerken içerisinde bulunduğumuz binanın cumhuriyet Türkiye’sinin ilk modern tiyatro ve sinema salonlarından birisi olarak inşa edildiği 1932 yılından beri gelişen teknolojileri takip ederek yapılış amacını sürdürdüğünü belirtiyorum.

Tayyare Kültür Merkezi’nden çıktıktan sonra “aaa bu binayı görmüştük” diyen arkadaşlarıma gezdiğimiz rotayı anlatmaya başlıyorum tekrardan. Bu sırada tekrar gördük dedikleri bina da Eski Belediye Binası. Ahmet Vefik Paşa’nın Bursa’ya kazandırdığı, Osmanlı dönemi evlerinin mimarisini yansıtan belediye binası, zaman zaman törenlere ev sahipliği yapmaya devam ediyor. Hemen karşısındaki Orhan Camii ve tabi ki tam arkasında bütün heybetiyle dimdik ayakta duran Ulu Camii.

Yıldırım Beyazıd’ın Niğbolu Savaşı’ndan dönerken vermiş olduğu emir ile yaptırıldığı rivayet edilen Ulu Camii; Timur’un kuşatmasında, Karamanoğulları’nın işgalinde çeşitli şekilde tahrip edilmeye çalışılmıştır. “Küçük Kıyamet” olarak anılan 1855 yılında yaşanan depremlerde çok büyük hasar almıştır. Gerçekleştirilen restorasyonlarda aslına uygun olarak devam edilmeye çalışılsa da küçük değişiklikler yaşamıştır. İçerisi hala insana huzur veren bir atmosferdir. Her zaman ziyaretçisi boldur. Turistler mimarisine, içerisindeki çeşitli hat sanatlarına hayran kalırken, ibadet için gelenler her zaman kendilerini daha huzurlu hissederek ayrılır. Biz de gezimizin huzur kısmını tamamladıktan sonra yürüyüşümüze Bursalıların “havlucular çarşısı” olarak andığı çarşının içerisine doğru devam ediyoruz. Burası restorasyon kapsamında çok daha güzel bir hale gelen yine Osmanlı Devleti’nden günümüzde kadar gelen Hanlar Bölgesinin batı kısmıdır. Kimi zaman arkadaşlarımın tabiri ile “gizemli geçitlerden” geçerek Bakırcılar Çarşısı’nın orta noktasına yakın bir yere çıkıyoruz.

Biraz moladan sonra tekrar yolumuza devam ediyoruz. Şimdiki durağımız Pirinç Han. Çok az da olsa hatırlıyorum. Liseye yeni başladığım zaman okuldan kaçıp buraya gelmek çok modaydı. Yeni düzenlenmişti kafeler açılıyordu yavaş yavaş. Zaten öğrenciler çok sık gelip gittikleri için onların isteklerine göre şekillendi desem yalan olmaz. Diğer hanların aksine üst katı pek bilinen, uğranan bir yer değildir. Alt kat ise sıra sıra kafelerle doludur. Osmanlı Devleti’ndeki görevi yabancı tüccarlar tarafından kürk ticareti yapılmasının aksine şimdiki “görevi” çok daha farklıdır.

Hanlar Bölgesi’nden çıkıp yolun karşısına geçerek arabamıza doğru yürüyoruz. Çay kahve içmek isteyen arkadaşlarıma Bursa manzarası eşliğinde Tophane’de bir çay ısmarlıyorum. Eğer mevsim kışsa mutlaka sahlep içerek bakın bu manzaraya. Manzaranın tadını doyasıya çıkartırken bana artık isyan edermişçesine karnı guruldayan arkadaşlarımı daha fazla bekletmeden arabaya bindiriyorum. Bütün gün kokusunu duydukları o nefis tadı tatmaya doğru yola çıkıyoruz.

Aracımızla Tophane’den ayrıldıktan sonra, Memleket Hastanesi’nin önünden bol kıvrımlı adeta dağ yolunu andıran yollardan geçerek devam ediyoruz. Düzlüğe indiğimizde her bir köşesi tarihle dolu Bursa’da bir diğer külliye ile karşılaşıyoruz. İçini detaylı sonraki geziye bırakarak Muhteşem Yüzyıl dizisini izleyen herkesin bildiği o meşhur Şehzade Mustafa’nın mezarı olduğu bilgisini veriyorum. Külliyenin yanından geçtikten sonra devam eden rotamız Tophane kadar olmasa da eski Bursa. Ben o bölgeye “Eski Modern Bursa” diyorum. Atatürk Köşkü ile başlayan yolun devamında Çekirge Meydanı’nı göstererek Uludağ’a sırtımızı Bursa Ovasını önümüze katarak devam ediyoruz. Şimdilerde yıkılmış olsa da bir zamanlar Bursa’da doğan tüm çocukların – ki ben de buna dahilim – hastanesi olan Zübeyde Hanım Doğumevi’nin yerini gösteriyorum. Acemler Kavşağı’ndaki küçük trafik sıkışmasından sonra Botanik Parkı’na geliyoruz. Sakin sessiz bir şekilde en orijinalinden iskenderle önce gözümüzü sonra da karnımızı doyuruyoruz.

Bursa’da tabana kuvvet yaptığımız bu gezimizin sonunda çaylarımızı Kurşunlu Sahilde içmek üzere yola çıkıyoruz. Hafta sonu ve hava güzel olduğu için Bursa’dan Kurşunlu’ya gelmek, Kurşunlu içinde yol almaktan daha kolay oluyor. Park problemimiz olmadığı için kendimizi şanslı sayıyoruz. Gün içerisinde yediğimiz eşsiz lezzetleri eritebilmek için arabayı eve bıraktıktan sonra sahilde yürüyüşün tadına varıyoruz.

Posted In ,

Bana ne hissettiğini söyleyebilir misin?